
Prof. Dr. Vedat Göral, çölyak hastalığıyla ilgili bilgiler verdi. Prof. Dr. Göral, çölyak hastalığının otoimmün bir hastalık olduğuna işaret ederek, “Çölyak hastalığı ince bağırsağın, buğday ve bazı gıdalarda bulunan, glüten adlı proteine karşı, yaşam boyu devam eden ve kronikleşen alerjisi ve hassasiyetidir. Buğday, arpa, çavdar ve yulaf benzer biçimde tahıllar şu demek oluyor ki ekmek, makarna, bisküvi ve öteki unlu mamuller glüten ihtiva eder. Glüten enteropatisi olarak da malum Çölyak hastalığı, sindirilmiş gıdalardaki gıda maddelerinin bağırsaklardan emiliminin bozulmasına yol açar. Çölyak hastalığı olan insanoğlu; buğday, arpa, çavdar ve bir dereceye kadar da yulafta bulunan bir protein olan glütene karşı duyarlılık gösterirler. Oluşan hasarlanma sonrasında, vücut için lüzumlu olan gıda maddelerinin sindirimi ve emilimi bozulacağından, ishal ve zaman içinde bağırsaklardan emilemeyen maddelerin eksikliği adım atar” diye konuştu.
“Glüten 50 yıl ilkin besin sanayisine girdi”
Çölyak hastalığının dünyada en yaygın malum genetik bir hastalık bulunduğunu belirten Prof. Dr. Göral, şu şekilde devam etti: “Türkiye’de hastalığın görülme sıklığı yüzde 1 civarındadır. Glüten son 50 yılda gıda endüstrisinde sık tüketilen ekmek, pasta, makarna, erişte, soslar, cipsler, soğuk etler, salam, sosis benzer biçimde yiyeceklerin yapısında kullanılmaya başlanmıştır. Çölyak hastalığı olan insanoğlu glütensiz rejimle beslendiklerinde, bağırsaklarında oluşan harabiyet düzelir sadece yeniden glütenli gıdaları tüketmeye başlamaları halinde hastalığın bulguları tekrardan ortaya çıkar. Çölyak hastalığının oluşmasında otoimmün, genetik, çevresel faktörler rol oynar. Hastaların yüzde 10 kadarında, ailede çölyak hastalığı olan başka bireyler de bulunur. Bu da hastalığın genetik ile ilişkisini gösterir. Cerrahi girişimler, hamilelik, doğum, bazı viral enfeksiyonlar ve şiddetli ruhi sıkıntılar, hastalığın ortaya çıkmasına sebep olabilir. Her yaşta ortaya çıkabilmesine karşın, 8-12 aylık çocuklarda ve 30-40 yaş aralığında daha sık görülmektedir.”
“Anemi ve kemik erimesi en mühim belirtilerindendir”
Prof. Dr. Vedat Göral, hastalığın emarelerini şu şekilde deklare etti: “Çölyak hastalığı tedavi edilmediğinde, ince bağırsaklardaki emilim bozukluğu sebebiyle, zaman içinde vücutta vitamin, mineral ve öteki gıda maddelerinin eksikliği ortaya çıkar. Bilhassa demir, folik asit ve B12 vitamini eksikliği sonucunda değişik şiddetlerde olabilen kansızlık (anemi) en sık görülen bulgulardan biridir. D vitamini ve kalsiyum emilimi bozulur, kalsiyum seviyesinde azalma, kemik erimeleri ve kırılmalar oluşur. A vitamini eksikliğine bağlı görme bozuklukları, cilt problemleri görülebilir. B vitamini türevlerinin eksikliğine bağlı ise denge bozukluğu ve his kusurları benzer biçimde sinir sistemine ilişkin problemler ortaya çıkabilir. K vitamini eksikliğine bağlı pıhtılaşma bozuklukları ve kanamalar, sodyum, potasyum ve magnezyum benzer biçimde elektrolitlerin eksikliğine bağlı kas güçsüzlükleri, protein eksikliğine bağlı bacak ödemleri, bağışıklık sisteminde zayıflama, ortaya çıkabilecek öteki bulgulardır.”
“Glütensiz rejimde kozmetik ürünlere de dikkat edilmeli”
Çölyak hastalığında tedavinin temelini sıkı bir glütensiz rejim uygulanmasının oluşturduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Göral, “Bu amaçla gluten içeren tahıl ürünleri (buğday, arpa ve çavdar) kullanılarak meydana getirilen besin maddeleri kesinlikle yenilmemelidir. Glütenle bulaşmamış yulaf tüketilebilir sadece çoğu zaman içinde buğday parçacıkları bulunabileceğinden, en azından hastalığın erken dönemlerinde yulaf da yenmemelidir. Tüm sebze ve meyveler, bakliyatlar, katkısız katı ve sıvı yağlar, yumurta, bal, reçel, kolay toz şeker, zeytin, et, balık, tavuk, una batırılmamış konserve çeşitleri çölyak hastaları için güvenli yiyeceklerdir. Glütensiz rejimde süt, et, balık, yumurta, sebze, kuru baklagil, pirinç, mısır, patates benzer biçimde ürünlerde organik gıdalara ehemmiyet verilmelidir. Okul ve dışarıda yiyecek yerken dikkatli seçimler yapılmalıdır. Buğday unu, karışık mısır unu ve pirinç ununa dikkat edilmelidir. Buğday ekmeği yerine mısır ekmeği yenilebilir. 24 saatte alınabilecek glüten, 10 mgr’dan azca olmalıdır. Etiketsiz besin tüketiminde oldukça dikkatli olunmalıdır. İlaçlar, kozmetik ürünleri, şampuan, kremler benzer biçimde glüten içerikleri yönünden dikkatli kullanılmalıdır. Pişirme ve hazırlık aşamasında güvenli gıdaların, glütenli gıdalarla bulaş olmamasına dikkat edilmelidir. Bilhassa evde glütenli ve glütensiz gıdaların, birbirinden ayrı ve uzak saklanması önemlidir” ifadelerini kullandı.
“Hastalar fırının önünden dahi geçmemeli”
Prof. Dr. Vedat Göral, çölyak hastalarına karşı tavsiyelerini şu şekilde sürdürdü: “Ağır çölyak hastalığı olanlar fırının önünden dahi geçmemelidir. Yiyecek hazırlığı esnasında glütenli gıdalara değmiş yada bulaşmış çatal, kaşık, süzgeç, tabak benzer biçimde gereçler kesinlikle çölyaklı kişilerin gıdalarına dokundurulmamalıdır. Mısır, pirinç, patates, nohut, mercimek, kestane, soya, fasulye, fındık benzer biçimde gıdaları ve bu gıdalardan elde edilmiş un ve nişastaları tercih etmek gerekmektedir. Ceviz, fındık benzer biçimde kuruyemişler ile incir ve kuru üzümü beslenme zincirinden tamamlanmamış etmemek önemlidir. Hazır alınan mısır ekmeklerinin içine değişik unların karışabileceği ihtimaline karşı, mısır ekmeğini evde yapmak daha sağlıklıdır. Glüten içermeyen bir diyetin uygulanması, düzgüsel beslenmeye nazaran pahalı, güç ve bunaltan olduğundan kati teşhis konulmadan, bu tür bir diyetin uygulanması tavsiye edilmemelidir. Günümüzde hemen hemen ilaç tedavisi yoktur. Sadece, ilaç ve aşı geliştirme emek harcamaları devam etmektedir. Çölyak hastalığı olmayan kişilerin, glütensiz beslenmesi önerilmemektedir. Glüten bir proteindir, çölyak hastalığı yoksa glüten ne olursa olsun alınmalıdır.”
Yoruma kapalı.